Artvin seyahatimde Deliklikaya Şelalesi’ne gittiğimden bahsetmiştim. Ama oradayken neler hissettiğimi yazmamıştım.
Aracımızı park ettikten sonra şelaleye varmak için bir süre yürümemiz gerektiğinden yeşilin gücü ve yürüyüş parkurumuzu takip eden derenin eşliğinde doğa ile uyumlanmamız hızlı oldu.
Şelalenin ismi doğal oluşumundan kaynaklanıyor. Dağlardan akan su kayaya daire şeklinde koca bir oyuk açmış oradan akıyor, biz insanlara da bu güzelliği seyretmesi kalıyor. Ama bu yazıda bahsetmek istediğim sadece bu seyir halinden öte bu gördüklerimin bana işte tam o an’dayken düşündürdükleri…
Yaklaşık beş aydır bir eğitim alıyorum Cem Şen’den, hatta önümüzdeki hafta son dersimiz var; Yol ve Erdem Dersleri diye geçiyor. Cem Hoca Lao Tzu’nun Tao Te Ching kitabını baz alarak yaşam ve zihin üzerine anlatılar yapıyor. Hatta on satırlık bir bölümü iki saate yakın dinlediğim oldu kendisinden, tecrübesi ile biriktirdiği derin paylaşımlar… Üzerinde konuştuğumuz bu kitapta ‘su’, hareketli şekli ve yapısı ile yaşama atıfta bulunurken bir metafor olarak da çok kullanılıyor bu metinde.
Suya bakmak, kendine bakmaktır.
Şelalenin yanına geldiğimde kendimle zaman geçirebileceğim bir alan açtım kendime… Sadece izliyordum suyu; önce görüntüsü ile büyüledi beni. Suyun gözle görülür akan yerinde koca bir delik vardı. Su bu delikten bırakıyordu kendini… dağlardaki kar yeni eriyordu Karadeniz’de, gür bir sesi vardı suyun. Suyun yansıttığı sular minik minik ıslatırken beni burnumda etrafımdaki yeşil örtünün serin kokusunu hissediyordum. Sanırım bir tek tatmadığımı fark ettim, kalan dört duyum da aktif çalışıyordu tam da o an’da… An’daydım.
Su gibi güçlü
Zihnimde bulunduğum ortam dışında her şey anlamını yitirmişken fark ettim suyun katmanlı halini. Bana mısın demeden koca! kayayı delip geçecek kadar güçlüydü gördüğüm bu su. Hem de öyle böyle bir delik değil, emek vermişti yıllarca o kocaman daireyi açabilecek kadar, hatta işini estetik yapmayı da başarmıştı. Ve hepsi “kendiliğinden” de. Su, hep zihnimde yumuşak, akışkan haliyle var nedense. Ama istediğinde nasıl hırçın, nasıl yıkıcı, nasıl da delip geçici olabiliyordu. İşte örneği tam da karşımdaydı. Sadece buradaki gibi taşları oymuyordu hatta, bazen dev dalgalar falezleri şekillendiriyor, koca bir gemiyi ters yüz edebilecek kadar dalgalanıyor ya da bir kasabayı sular altına alabilecek yıkıcı olabiliyordu.
Bir taraftan da bulunduğu kabın şeklini alabiliyordu su. Nereye koysan orada kalır, derler ya; bir bardak, bir pınar dolusu su dediğimde kulağa hiç de acayip gelmiyor öyle değil mi? Deliklikaya’dan akan suyun, altında oluşturduğu bu gölet gibi… Su akıyor ve bulunduğu yerin formuna giriyordu. Dirençsiz bir teslimiyet vardı sanki.
Su gibi yolunu bulan
Bu da yetmiyor; su, akışkan yapısıyla yolunu da buluyordu. Yolu daralsa da, bir kaya yolunu kapatsa da yanından, üstünden, bir yolunu bulup akıyordu. Tüm ‘rağmen’lerine ‘rağmen’ akıyordu. Bu sefer de engelleri karşısında direnmek yerine; akarak, eğilip bükülüp taşıp şekil değiştirerek, sabırla ‘kendi’ yolunu buluyordu ve asla durmuyordu.
Su gibi sakin
Bir taraftan da hiç bir yapmasına da gerek olmadan sadece yaptığını yapıyordu su… Akıyordu. “Yapmak mı olmak mı?” sorusu dolanmaya başladı zihnimde. Ve sakince bu ‘olduğu gibi olma’ haliyse beni sakinleştiriyordu. Dalış yaptıysan daha önce, fark etmişsindir sen de. Dip denize doğru ilerlediğinde zaman kavramı yok olmaya başlar. O sessizlik ve akışta olma hali seni kapsar içeride. Sessizliğin de bir sesi vardır bilir misin? Bazen bir çölün sessizliğinde, bazen suyun altında.
Su gibi değişken
Değişen haline de tanık olmak vardı yaşadığım bu an’da. Ara ara yağmur çiseliyordu üzerime. Bulut olup yağıyordu üzerime su şimdi. Şaleleye kadar yürüdüğümüz o parkurda etrafımı saran yeşilin nedeniydi yine su. Toprak, ağaçlar, böcekler, balıklar besleniyordu bu kaynaktan. Değişiyordu, dönüşüyordu su. Donuyordu soğuğu gördüğünde, sıcakta ise yakıyordu canımı… Tek bir doğrusu yoktu ki suyun. O zaman siyah beyaz mıydı sadece yaşamım; yoksa beyazın ve siyahın tonları da olabilir miydi içinde?
Gördüğüm su ‘sadece’ bir su değildi. Ben de “su gibi” olabilir miyim acaba? Onun katmanları gibi açabilir miyim kendimi yaşama?Bugün bile çabam hayatımdakileri, çevremi değiştirmeye çalışmadan ‘sadece’ kendimi değiştirmeye çalışmak olsa da, “su” gibi bunu varlığımın her an’ına yayabilir miyim? Zorluklarla karşılaştığımda hem güçlü hem de esnek ve uyumlu olabilir miyim? Günü geldiğinde içimde duygular taşarken ben sessizce yön değiştirebilir miyim?
Ve ben, biz… bu kadar kutbu bir arada nasıl taşıyacağız? Kendi adıma sanırım aldığım eğitim de bunun parçası. Su gibi akabilme çabası…
Bu yazı ilgini çektiyse bunları da okumak isteyebilirsin;
Yaya Sınır Deneyimi: Gürcistan’a Doğru
Akçakoca’dan Rize’ye Karadeniz




Selam,
Yazınızı okuduğumda aslında insanlarında su gibi tepkiler verdiğini hissettim. Her yaşadığımız olayla bulunduğumuz kabın şeklini alıyoruz, bazen de kalıplarımızı yıkıp farklı bir şekle sahip oluyoruz ,bazen güçlü oluyoruz bazen de bütün her şeyi düşünüp zayıflığımızı görüyoruz aynı su gibi, azıcık akan suyun bir gücü yok ama birleşince güçlü oluyor, aynı biz insanlar gibi ,sevdiğimiz ve dayandığımız insanlarla gücümüz kimi zaman daha da artıyor ,kimi zamanda bizi en savunmasız halimizdeyken bizi yaralayan kısım oluyor. Sevdiğimiz insanlara esnek olabiliyoruz sadece hak edip etmediklerine göre test ediyoruz, yumuşak tarafımızı gösteriyoruz, bir tek su gibi akışa bırakmayı bilmiyoruz gerçi biz ne kadar gayret gösterirsek gösterelim olacak olana engel olamadığımızı kabul edemiyoruz emin değilim ama bildiğim tek şey akışa bırakmada iyi değiliz belki de doğamız gereği her şeyi kontrol edebileceğimizi düşünüyoruz çünkü biz konuşuyoruz ya biz üstünüz ya egomuz var ya bunlardan sıyrılamıyoruz bence ,yazdığınız yazı bana bunları hissettirdi. Su bir metafor ama, bence insanın yansımasını göstermek için dünyada var olmuş, içinde sayısız hayat barındıran sınırsız bir doluluk . Hiç böyle düşünen var mı?
Merhaba Gülşah 🙂 ne güzel bir bakış açısı… senin yazdıkların da beni düşündürdü. Başka bir bakış açısı sunmuşsun, ne güzel… Keyifle kal 🙂